“Dönüşü Olmayan Yolların Göçmeni”

Gel yarenim, canım benim

Çay bahçesine inelim,

Salkım söğütle meşk edelim

Çayımızı sefa ile içelim.

Güneş, bu sabah da altın tozlarını usulca, gönlünce sermişti yatak odasına… Kadın uyandı. İyi uyumuştu. Kendini güçlü ve sağlıklı hissediyordu. Buna rağmen isteksizce kalktı, pencereyi açtı. Bahçeye bir göz attı. Bahar ışıI ışıI gülüyordu. Koca gün, nasıl geçecek demekten kendini alamadı. Yatağını düzeltti. Yavaş yavaş merdivenlerden indi… Kendisine kahve yaptı… Sabahları kahve içmek eski bir alışkanlıktı. Çalışma hayatından kalan tek hatıra… Kahvesini terasta, güllerine bakarak yudumlamaya başladı.

En keyif aldığı zamandı, sabah kahvesini yudumladığı anlar. Son zamanlarda böyle olmadığını düşündü. Bir eksiklik, boşluk vardı… Bunu biliyordu ama; bu boşluk neydi, nasıl dolmalıydı. Bu boşluğu doldurmanın bir yolu olmalıydı… Bunları düşünürken kahvesini bitirmişti. Kalktı…Bahçede gezindi, çiçeklerin sarı yapraklarını kopardı. Sonra içeri girdi. Yapması gereken, her günkü sıradan işleri vardı. Yapmasa da olurdu. Ama”yapacak başka ne işim var” dedi. Ahenksizce işlerini bitirdi.

Ötesi, her gün çalışmaya giderdi. Bazı geceler gelemediği de oluyordu. Çalıştığı şirketin dış bağlantılarından sorumluydu. Çocukları da öğrenimlerini bitirdikten sonra yurt dışına ihtisas yapmaya gitmiş daha sonra da çalışmaya başlamışlardı. Yılda bir, iki haftalığına geliyorlardı. Hepsi bu kadar. Telefonla zaman zaman haberleşirlerdi. Yalnızlık boşluk meğer ne zormuş, diye geçirdi içinden. Bazen yüksek sesle düşünüyor bazen çiçekleri ile konuşuyordu…

Birkaç yıl önce; çalışırken, çocuklar evdeyken, birazcık yalnız başına kalmayı ne kadar çok istediğini anımsadı. Aman Allah’ım; çok güç dayanılmaz ağrılar veren bir sessizlikmiş yalnızlık. Başa gelmeden anlaşılamayan… Güzellikleri mutlulukları paylaşabileceğin insanların hemen yanı başında olması hiçbir şeyle ölçülmeyecek kadar değerliymiş. “Bunu şimdi daha iyi anlıyorum.” Diye aklından geçirdi…

Geçen hafta ilk defa açan sarı gülünü görünce çılgın gibi sevinmişti. Gösterecek kimse bulamamıştı da; çöpleri almaya gelen çöpçüye göstermişti. O da; “Parkta onlardan çok var abla .” demişti.

Çöpçünün kırışık, umursamaz, zayıf yüzüne baka kalmıştı…

Yaşına rağmen güzel bir kadındı. Yıllar çok şey götürmüştü. Ama; silintilerin yerleri belirgin şekilde kendini gösteriyordu. Şimdilerde evleri şehir dışındaydı. Şehirdeyken bahçeli bir evde oturmanın hayalını kurarlardı. Bu hayal gerçekleşmişti. Önceleri hayatları çok güzeldi. Eğlenceler davetler birbirini kovalıyordu. Gençler evden bir bir ayrılınca; evin, havası değişti. Bu düşünceler kadının kafasından bir çırpıda geçmişti…

Akşama çok vakit var. Yeni bir uğraşı bulmalıydı. Bir sürü uğraşları vardı ama; yetmiyordu. Eksikliğin, insan olduğunu biliyordu. Bahçeli evi de nereden çıkarmışlardı. Uzaktan bakınca çok iyi bir yaşantı olarak görünüyor. “Oh ne güzel! çiftlik gibi ev. Karışan yok temiz hava…” diyorlardı. Bunlar aklına gelince, kadın; farkında olmadan yine yüksek sesle düşündü. “Karışan yok ama, görüşen de.” dedi.

Aslında, çevresinde sevilen, kişilikli, saygınlık uyandıran bir kadındı. Her şeyi tadında bırakmayı bilirdi. Çalışma hayatındaki başarısı her konuda ölçülü olmasıyla yakından ilgiliydi…

Yeni bir şey bulma düşüncesi aklının bir köşesini hep meşgul ediyordu. Gazetenin okunmadık yeri kalmamıştı. İlanlara kadar her köşesi bitmişti. Birden gözleri parladı. Şimdiye kadar nasıl aklına gelmemişti… Sahi neden çay bahçesine gitmiyordu? Hem de işe gider gibi. Her gün aynı saatlerde, aynı masada oturarak birkaç saatini geçirmiyordu? Bu düşüncesini çok sevdi. Heyecanla uygulamaya karar verdi.

Arabasına bindi. Uzun zamandır araba bile kullanmıyordu. İşte oldu. Her şey iyi gidiyordu. Çay bahçesine geldiğinde öğlen vakti çoktan geçmişti. İlk defa kararlı bir biçimde, amaçlı olarak buraya gelmek sevinç ve heyecan getirmişti kadının içine.

Ön masalardan birine, denize karşı oturdu. Çayını yudumladı. Kimseler yoktu. Sıkıldı. Bir sigara daha yaktı. İçer gibi değil, yer gibi bitirdi sigarayı. Bir süre sonra, yoldan geçen iki tanıdıkla selamlaştı. Hal hatır sordu. Basma kalıp birkaç laf edildi. Düşüncelere daldı yine. Çocuklarını özlemişti… Belki de birinin yanına giderim dedi.

Amerika’ya gitmek çok zor. Belki İngiltere’ye gidebilirim, diye düşündü. Kendine acımayı sevmezdi. Her gecenin bir sabahı vardır. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Zamanla bahçe ona, o bahçeye alışacaktı. Buna yürekten inanıyordu. Hesabını ödedi. Askıcı çocuğa bahşiş verdi, teşekkür etti. Arabasına bindi, gözden kayboldu…

Gece, eşine gününü ve yeni düşüncesini anlattı. O da buna memnun olmuştu. Hatta erken geldiğim akşamlar, ben de uğrarım bahçeye, eve birlikte döneriz.” Dedi.

Yağmur, çisil çisil yağıyordu. Toprak kokusu güllerle buluşmuştu. Mavi gök eriyor, bahar oluyordu. Yağmurda yürümeyi severlerdi. Birlikte güzel bir yürüyüş yaptılar… Bu gece yağmur yağıyordu ve gece güzeldi. Her gece güzel bahar yağmurları yağmıyor. Yürüyüş sonrası eşi; Yorulmuşum hanım, ihtiyarlıyoruz galiba.” dedi. Kadın “Evet” anlamında başını salladı. Sonra da” Dur bakalım, daha yaşlanmamıza çok var. Hayatımız, ancak bize kaldı.” Dedi. Adam güldü.”Olur, dediğin gibi olsun bakalım.” Dedi. Sonra ilave etti. “Eski şevk yok, hanım. Vücudum isyanlarda. Artık her şeye dayanmıyor.”

Kadın güldü. “Ya işte böyle!” Adam da güldü, kafasını sallaya sallaya…

…………….

Artık çay bahçesine gidip oturmayı alışkanlık haline getirmişti. Yaşadıklarını, gece olunca eşine, hikaye gibi anlatması işin en keyifli yanıydı. Küçük serçe mutlulukları kadını hayata bağlıyordu. Simitçi, ayakkabı boyacısı, ay çekirdek, gazete satıcısı, dondurmacı, kağıt helvacı, baloncu, hatta balıkçılar onu benimsemişler, kendilerinden biri gibi görmeye başlamışlardı. Kadın, onların tek tek hatırını soruyor, dertlerini dinliyor, sorunlara çareler üretiyordu.

Üç yıldır, bahardan başlayarak, havalar iyice serinleyinceye kadar bu bahçe onun ikinci adresi olmuştu. Gidemediği, geç kaldığı zamanlarda merak ediliyor, telefonla aranıyordu. Hatta her gün oturduğu masa boş bırakılıyordu. Çayını, ne zaman nasıl içer biliyorlardı. Bahçe sakinleri onun sohbetlerine zevkle katılıyordu.

……………..

Neredeyse yaz bitti gibi. Her yer sarı, turuncu renge boyanmaya başlamıştı. Doğada bir telaş, bir telaş… Göç zamanı. Hayvanlarda, bitkilerde kış uykusuna hazırlanma telaşı. İnsanların, soğuk, uzun kış gecelerini sıcak geçirebilme koşuşturması. Ilık havanın soğuk hava ile ağlayarak, fırtınalar kopararak, hüzünlü yer değiştirme hesaplaşması…

“Sarı, turuncu, alaca gökyüzü güle güle,” dedi kadın. Kırlangıç sürüsüne katılarak ta uzaklara gitti. Yaz mevsiminde olduğu gibi kalabalık değildi buralar. Okulların açılması yakındı. Bir bir yazlıkçılar çekiliyordu… Bahçe, tek tük yazlıkçıların dışında semt sakinlerine kalmıştı. Bu durum o kadar hoş bir duygu veriyordu ki; sanki, bir ailenin uzun süren ayrılıklarından sonra baş başa kalmaları gibi. Bahçe büyümüştü. Eski tanıdıklar görünmeye başlamıştı. Yaz günlerinin hengâmesinden eser kalmamıştı…

Bu güzel sonbahar günlerinin birinde evine gitmeden son bir çay daha içmek istedi kadın. Çay yeni demlenmişti. Serin havada sıcacık yudumlar ısıtıyordu insanı. Yavaş yavaş gitmeye hazırlanıyordu ki; kibar, olgun görünüşlü bir bey, biraz ötedeki masadan kalktı, kendinden emin adımlarla, elindeki kitap ile kadının masasına yaklaştı; “Merhaba.” Dedi. Boş sandalyeyi göstererek; “Oturabilir miyim ?” diye sordu. Kadın şaşırmıştı. Şimdiye kadar görmediği ya da dikkat etmediği biriydi. Oturmasında ne sakınca olacaktı; “Buyurun” dedi. Olay aniden gelişmişti. Düşünmeye fırsat yoktu. Durum, oldu-bittiye getirilmiş gibiydi. Mecburi bir tanışma oldu. Beyefendi İstanbul’da yaşıyormuş. Bu kasabaya tatil için gelmişler. En fazla bir iki hafta içinde buradan gideceklermiş.

Adam; “Çoktan beri sizi bu bahçede görüyorum. Aynı saatlerde geliyorsunuz. Eğleniyorsunuz, eğlendiriyorsunuz. Herkesle yıldızınız barışık. Size imrendim. “Dedi. Sonra; “Gider ayak olsa da bu efsunlu bayanla tanışmak istedim.” Dedi. Kadın, memnun olduğunu ifade etti. Kibar gülümsemesi, onurlu, hoş edası ile burada doğa ve insanlarla bir şeyleri paylaşmanın güzel duygu olduğundan söz etti. Bu ışıltıyı yakaladığımdan beri hayat felsefemde hayli değişiklikler oldu. Siz karma karışık, kıvırcık saçlı, simitçi çocuğun, minicik kafasından neler geçirdiğini bilmenin mutluluğunu anlayabilir misiniz?” dedi. Adam, hayranlık ifadesi ile “Anlayabiliyorum.” dedi ve başını aşağı-yukarı salladı. Aslında, adamın aklından geçenler bambaşka duygulardı. Bu duygularına köprü kurmaya çalışıyordu. Konuyu değiştirdi ve aniden; “Ben, bu bahçede kitap okumayı seviyorum. “dedi. Hemen; “Siz kitap okur musunuz? diye sordu. Kadının yüz ifadesini heyecanla izledi… Kadın; “Evet okurum. Özellikle gece.. Çünkü; gündüz, canlı hikâyeleri kaçırmak istemem.”dedi. Güldüler.

Adam, elindeki kitabi göstererek “Okuduğum kitabi ister misiniz ?” diye sordu. Kadın şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyordu… Kekeleyerek,”Çok memnun olurum. Bu gece okur yarın getiririm.’ Dedi. Adam, “isterseniz kitap hakkında konuşuruz da,” dedi. Çayları da bitmişti. Yarın görüşmek üzere vedalaştılar.

Kadın arabasına bindi. Yavaş gidiyor, düşüncelerini dağıtmak istemiyordu.”İnşallah, göründüğü olgunluktadır. Aklı başında insanlarla, sohbet anlam kazanıyor… Küçücük bir yerde, yaz boyu nasıl hiç karşılaşmamışım diye hayret etti.. Sanki bu durumda anlaşılmayan bir şey vardı. Ya da yanlış bir şey…” Bakalım neler olacak. ” Dedi kendi kendine.

Ertesi gün ve günlerde birbirlerini daha iyi tanıdılar. Adamın efendiliği, kadını ve diğer sakinleri etkilemiş, güven vermişti… Onu da aralarına almışlardı. On beş gün güzel sohbetler oldu. Sevinçler, ezgiler paylaşıldı. Okunan kitaplar hakkında tartışıldı… Zaman zaman diğer insanların sohbete katılması havayı daha da renklendiriyordu… Kimse bu günlerin bitmesini istemiyor gibiydi…

Nihayet son gün geldi. Adam ona, yeni bir kitap verdi; “Seneye görüşebilirsek, geri verirsiniz. Görüşemezsek benden bir anı olarak saklayınız.” dedi…

Akşam üstü, tatlı bir gülümseme, dost bir tokalaşma ile ayrıldılar. Bu dostlukta ne bir telefon numarası ne de bir adres vardı…

Aradan, üç koca ay geçti. Kış, bütün hışmı ile sürüyor. Deniz azgın bir boğa gibi yükseliyor, balıkçı motorlarını korkutuyor, kıyıyı tokatlıyordu… Bulutlar hep ağlıyor, ağlamadıkları zaman, bahçeler buz kesiyordu. Sokaklardan hızlı yürüyen insanlar geçiyor. Çocuklar oyuna çıkmıyordu. Kar, usul usul yağıyor, sanki bulutlar yeryüzüne piknik yapmaya geliyorlardı. İçerden, sıcacık pamuk yığınları gibi görünüyorlardı…

Kadın pencere kenarına koyduğu ekmek kırıntılarının bittiğini gördü. Serçelerin yiyeceklerini tazeledi. Bir sürü kuşu vardı. Kışın bir yere gitmez bahçeyi şenlendirirlerdi. Bazen, camı tıkladıkları bile olurdu. Kadın, pencereden gelinlikli bahçeyi izledi bir süre… Ağaçların görünümleri rüya gibiydi. “En ince dalda bile beyaz bir çizgi vardı… Bu günlerde kızını da oğlunu da göresi gelmişti. Belki de gelebilirlerdi. Bayrama on gün kalmıştı. Her an bir zil sesi duyabilirdi. Kapı ya da telefon. Kadın bu düşüncelerdeyken kapı çalındı. Bahçedeki çaycı çocuk, onun adına bir paket getirmişti. Göndereni belli değildi. Kadın, şaşkın bir süre, paket elinde bekledi. Sonra merakla ve özenle açtı. İçinden bir kitap ve kısa bir mektup çıktı. Mektupta; “Bu hikayeyi size yazdım. Üç tatil boyu sizi izliyor, her halinizi inceliyordum. Bağışlayın. Buna hakkım yoktu. Bu sevgiden öte, bir tutkuydu. Gizemli, onurlu halinizin tesirinde kalmamak benim için mümkün değildi. İzin almadan, sizi hikayemin kahramanı yaptım. Umarım beğenirsiniz. Birlikte okuduğumuz kitapları da ben yazmıştım. Asil ismim yeni kitabin üstünde. Sevgilerimle mutlu kalın.” Diyordu…

Kadın buz kesti. Sevinmekle sevinmemek arasında bocaladı. Bir zaman sonra, hikayeyi soluksuz okudu. Bir kez daha okudu. özümlemeye çalıştı. Mükemmel bir heyecanla, çok anlamlı, yaşanamamış, yaşanılası sevdaların biri anlatılıyordu. Yazar, duygularını gizlemeden sergilemişti. Sevdalandığı kadının evli olduğunu biliyordu. Aşkına saygısından, sevgisini kağıtların arasına sığdırıp saklamayı başarmıştı.

Kadın, mahcup, heyecanlı, şaşkın… karmakarışık olmuştu. Kendini toplamaya çalıştı. “Gerçek sevgi bu olmalı.” Demekten kendini alamadı. “Göç zamanı, büyüleyici güzelliktedir. Ama, duyguların, sonbaharın göçmesi diğerlerine benzemez. Onlar, dönüşü olmayan yolların göçmenleridir. “Hikayeden, ardakalan bu cümleleri mırıldandı. Kitabı, diğer kitaplarının arasına yerleştirdi.

Yazlar, sonbaharlar geçti. Kim bilir kaç kez. Bir daha karşılaşmadılar. Belki de, tutkulu adam, görünmez bir yerlerden yine kadını gözlüyordur… Kim bilir? Kadının hayatına, bir an bahar sevinci gelmişti. Bu gizemli günlerin sarhoşluğu, gizemli olarak, hikayenin sayfaları sararıp dökülünceye kadar süreceğe benziyordu.

  Seher Kece Türker – Hikayeler 1994

Yorum Yap

İlginizi Çekebilir

Ziyaretçi istatistikleri.

Rekor: 3888 (29.04.2024)

AdBlock veya uBlock Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün.

AdBlock veya uBlock'u Devre Dışı Bıraktım