Emek olmadan yemek olmaz atasözünün anlamı, açıklaması ve hikayesi

Değerlendir:
1 sonuçtan 1 ile 1 arası

Konu: Emek olmadan yemek olmaz atasözünün anlamı, açıklaması ve hikayesi

  1. Teşekküre Gitİndir #1
    Teşekküre Git
    Kıdemli Üye İnfo - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Bilgi

    Gönderi Başına Git

    Atasözü Emek olmadan yemek olmaz atasözünün anlamı, açıklaması ve hikayesi

    Emek olmadan yemek olmaz atasözünün anlamı, açıklaması ve hikayesi

    Bu yazımızda sizlere emek olmadan yemek olmaz atasözünün anlamı, açıklaması ve hikayesi hakkında bilgiler vereceğiz

    Emek olmadan yemek olmaz atasözünün anlamı, açıklaması ve hikayesi

    Emek olmadan yemek olmaz atasözünün anlamı hakkında kısaca bilgi:

    Gerek Hayatımızı idare ettirebilmek için gerekse istediğimiz koşullarda yani lüks bir hayat seviyesine ulaşmak için çalışmak zorundayız. Eğer bir iş için emek vermezsek sonuç alamayız. Hayatı idare edebilmek için para kazanmamız lazım tabi bunun için de emek vermemiz gerekir. Bu emek alın teri ile dökülmelidir.Haram kazanç olmamalıdır.Sadece hayat için değil bir konuda başarıya ulaşabilmek için de emek vermek gerekir.Mesela yazılı sınavlarımızda başarılı olmak istiyorsak o derse çalışmalıyız. O dersi geçebilmek için o derse emek vermemiz gerekir.


    Emek olmadan yemek olmaz atasözünün hikayesi nedir:

    Önce bir uğultu duydu Orhan. Fakat bu uğultu ne fırtına uğultusuna, ne de bir başka uğultuya benziyordu. Dalgalı bir denizin dibindeki sesleri andırıyordu. Ama çok sürmedi… Sesler kesildi. Sadi Dede’nin sesi duyuldu: “Geldik işte… Açabilirsin gözlerini…”

    Orhan bu defa gözlerini zengin bir konağın mutfağında açtı. Kocaman bir dolabın içinde; eli Sadi Dede’nin elindeydi… Her ikisi de, dolabın kapak tahtalarının aralarından mutfağı rahatça görebiliyorlardı… Tam karşılarına gelen tel dolapta her çeşit sebze vardı… Tezgahın üzerindeki yayvan bir sahanda ise kocaman bir topak kıyma duruyordu…

    “zengin bir ev olmalı” diye fısıldadı Orhan. “Bir daha de açıktım ki…”

    Sadi Dede, torunun saçlarını okşarken;

    “Ama bunların hiçbirini yiyemezsin evlat” diye güldü. “Bunlar bizden çok önceki Dilimlerinde var olan şeyler. Bugün onlar geçmişte kalan birer düş dekorudur… Elini neye uzatsan boşluğu avuçlarsın…”

    Orhan tam konuşacaktı ki, bu defa sesler de duyulmaya başladı… Önce ayak sesleri duyuldu, sonra kapının sesi… Orhan pür dikkat olacaklara odaklandı… Önce otuz-otuz beş yaşlarında bir hanım girdi içeri. Peşi sıra on-on iki yaşında sevimli bir kız çocuğu… En sonunda da, kıyafetinden konağın aşçısı olduğu anlaşılan orta yaşlı bir hanım gelip tezgâhın önünde durdu…

    “Demek bugün yemeği sen yapmak istiyorsun ha?” dedi genç hanım. “Çok seviniriz kızım ” Küçük kız, biraz duraksadıktan sonra;

    “Ama bilmediğim konularda aşçı teyze yardım edecek ha… Tamam mı anneciğim?”

    “Tamam kızım. Aşçı teyze yapmak istediğin yemeğin tarifini verecek ve hep yarımda olacak. Merak etme… Zamanı da iyi ayarlamaya bak…”

    Orhan ile Sadi Dede, olup bitecekleri merakla bekliyorlardı. Genç anne çıkıp gitti. Sadece küçük kız ve aşçı hanım kaldı. Mırıltı halindeki konuşmalardan anlaşıldığına göre, karnıyarık yapacakmış küçük kız. Aşçı hanım, karnıyarığın yapılışım ve gerekli malzemeyi bir güzel tarif etti. Nihayet, tarif üzerine ilk iş olarak sebzelerin yıkanıp ayıklanması gerekiyordu. Ama daha yıkama işi bile bitmeden usanıverdi küçük kız. Bırakıp gitti…

    Aşçı hanım, işe kaldığı yerden devam ederek yemeği kotardı. Tencereyi kapatıp tel dolaba yerleştirdi. Her şeyi temizleyip, yerli yerine koydu… Bu işlemi sabırla izleyen Orhan, bundan sonra ne olacak diye beklerken, genç hanımla küçük kız içeri girdiler… Genç hanım ile aşçı hanım işaretlerle anlaştılar…

    “Ne yaptın yemeği kızım?” dedi genç hanım? “Nasıl da iştahlanmıştık. Nerde karnıyarık?

    “Bilmem” dedi küçük kız. “Patlıcanların üçünü Yıkamış, gerisini aşçı teyzeye bırakmıştım.” “Yemek emekle yapılır güzel kızım” dedi genç hanım.

    Kızının gözlerine bakarak gülümsedi. Sonra, Orhan’ın beklediği kelebeği salıverdi: i “Emek olmadan yemek olmaz…”

    “Hazırsan gidelim evlat” dedi Sadi Dede. “O halde başım göğsüme daya ve gözlerini yum.”

    Yine o korkunç uğultu ve sarsıntıdan sonra, bitkin bir halde gözlerini açan Orhan, başım dedesinin göğsünde ve kendini evlerinde buldu…




Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •